Doğu Türkistan isminin bile yasak olduğu topraklarda yüzlerce insanın kendi yurtlarının adını kullandıkları için infaz edildiğini biliyor muydunuz?
Çin’in isim değişikliği üzerinden yapmak istediği, bölgenin Türklüğünü inkar etmektir. “Böl ve Yönet” taktiği çerçevesinde Doğu Türkistan’da yaşayan halkı 13 millete ayırarak bunlar için 10 ayrı muhtar bölge oluşturan Çin; Uygur, Kazak, Kırgız, Tatar ve Özbekleri ayrı milletler olarak tanımlamıştır. Bölgeye “Sincan – Uygur Özerk Bölgesi” denmesine karşılık Doğu Türkistan kendi kaynaklarının Çin anakarasına taşınmasına engel olamamaktadır. Uygur Özerk Bölgesi komünist parti komitesinin yürütme organı daimi komitesinin 15 üyesinden sadece 3’ü Uygurken bu üyelerin idari yetkileri yoktur.
Çin topraklarının 1/6’sını oluşturan geniş yüzölçümü ve verimli topraklarıyla Doğu Türkistan, Çin’in geleceği için çok önemli ekonomik bir unsurdur. Uyguladığı “Açık Kapı” politikası gereğince hem kıyı bölgesinin endüstrileşmesinde hem de ihraç etmek üzere hammadde tedarikçisi olarak bölgeyi kullanan Çin, işgalin ardından Doğu Türkistan’ın kaynaklarını sömürmeye başlamıştır. İlk olarak Doğu Türkistan tahılı Çin anakarasına götürülerek yerel halk açlığa mahkum edilmiştir. Bu sürecin sonunda 20 bin insanın açlıktan öldüğü bilinirken, kaynakların sömürülmesi sonucu bölgede açlık ve işsizlik sorunu başgöstermiştir. Nüfusun %85’inden fazlasının çiftçilikle uğraştığı ve toplam nüfusun neredeyse %85’inin yoksulluk sınırının altında yaşadığı Doğu Türkistan’da eski usulle yapılan tarım, istenilen ürünün yetiştirilememesine yol açmakta ve “hashar” olarak bilinenen yılda iki aylık ücretsiz çalıştırma da bölge halkının ekonomik olarak zorlanmasına hatta toprağını kaybetmesine sebep olmaktadır.
Dünyanın en zengin bölgesinde fakirliğe mahkum edilen halkın bu durumunda Çin’in asimilasyon politikasının bir sonucu olarak bölgeye yerleştirdiği Çinli halk da etkili olmuştur. Zira sanayi kuruluşlarında çalışanların %90’ını, petrol tesislerinde çalışanların %99’u Çinliler oluşturmakta halkın zenginliklerden doğrudan yada dolaylı olarak faydalanması engellenmektedir. 2004’te Sincan Eyalet Hükümeti tarafından yayınlanan bir raporda Çinli nüfüsun ortalama gelirinin Uygurların genelinden 4 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir. 2000 yılından beri uygulanan “Batı Kalkınma Planı” kapsamında Doğu Türkistan Çinli akını yüzünden sahip olduklarını da kaybederken iş bulma sıkıntısı ya da “hashar”‘dan kaçmak için Çin’in iç bölgelerine gitmeye mecbur bırakılmışlardır. Giderek zorlaşan hayat şartları ve gördükleri insanlık dışı muamele nedeniyle hiç bir emniyetleri olmayan ve iş bile bulamayan insanlar için son bir kaç yıldır Çince bilme zorunluluğu da dayatılmıştır. Tüm Uygur işçilerin hafta sonlarında “politik dersleri öğrenme” programlarına katılma zorunluluğu da yürütülen asimilasyonun bir parçasıdır.
Tüm bu zorluklar devam ederken 2003’ten itibaren “iş gücü fazlası” olduğu öne sürülerek Uygur gençleri -ki bunların çoğunluğunu genç kızlar oluşturmaktadır- Çin’in iç bölgelerine sürülerek ucuz iş gücü olarak ağır şartlarda çalıştırılmaktadır. Bu genç kızların akıbetleri bilinmezken çoğunun karın tokluğuna çalıştığı, uzun süre ailesiyle irtibata geçemediği biliniyor.
Ancak asıl mesele iki kızı olan ailelerin bir kızını muhakkak vermek zorunda olduğu bölgede 16-25 yaş arasında hiç evlenmemiş ve çocuğu olmayan kızların evlenmek için kadın bulamayan Çinlilere veya kadın ticareti yapanlara satılıyor olmasıdır. 2009’a kadar bölgeden zorla götürülen kızların sayısının 200.000’i geçmiş olduğu biliniyor. Bu kızlardan bir daha haber alınamazken Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre her yıl Çin’de 20 bin civarında insan satılmakta, bu kişilerin %90’ınını kadın ve çoçuklar oluşturmaktadır.
Yarım asırı aşan bir soykırımda Müslüman Türklerin, 21. yüzyılda dünyanın gözünün önünde yaşadıkları acıları ve maruz kaldıkları insanlık dışı muameleleri araştırdıkça kanım donduruyor. Bu insanlara bu zulmü reva görenler elbet bir gün helak olacaklardır.
Google+